BARIŞ İÇİNDE YAŞAMAK İLKEMİZDİR
Bugün bütün dünyamızın Emperyalizmin tehdidi altında olduğu bir gerçekliktir. Emperyalist/ kapitalist sistem, bir yandan dünya pazarlarını elinde tutmak isterken diğer yandan da dünya kaynaklarının hakimiyetini tamamen eline geçirme çabası içerisinde olagelmiştir. Bu uğurda bölgesel istikrarı daima bozmuş, tek tek ülkelerde de iç karışıklıklar yaratmaktan asla geri durmamıştır. Nitekim bölgemizde de enerji kaynaklarının kontrolü için tüm Ortadoğu ülkeleri dahil, islam coğrafyasının tamamında mezhepçilik ve iç savaşlar kışkırtılmış, kardeşi kardeşe kırdırmışlardır. Yakın komşularımız Irak ve Suriye bu hain savaşlarda yerle bir edilmiş, enerji kaynaklarının çoğunluğu emperyalistlerin kontrolüne girmiştir.
Emperyalizm savaştan beslenir. Savaşan taraflara silah satar kazanır; savaşan ve zayıf düşen devletlerin yeraltı ve yer üstü tüm kaynaklarını ele geçirir, bir kez daha kazanır. O, kaosu, karışıklığı, kardeş kavgasını sever; milyonlarca insanın ölümü onun umurunda değildir.
Bundan kurtulmanın yolları elbette vardır: Öncelikle emperyalizme karşı durmak, tek tek ülkelerde anti-emperyalist yöneticileri iş başına getirmek ve her koşulda barışı daima savunmak.
Toplumsal barışımız güvencemizdir; dil, din ve etnik köken farklılıklarımız ülkemizin zenginliğidir. Binlerce yıldır bir arada yaşayan ve birlikte birçok zorluğun üstesinden gelmiş olan ülkemiz halkları her engeli aşacak, gelecek güzel günleri beraberce kuracak, sonsuza kadar bir arada yaşayacak kararlılıkta, güçte ve bilinçtedir.
Ankara Dayanışma Derneği olarak başta bölgemizde olmak üzere Dünya’da kalıcı barışın tesis edilmesi için mücadelemizi aralıksız sürdürmekteyiz. Bize göre toplumsal barışımız, geleceğimizin de güvencesidir.

EMEK EN YÜCE DEĞERDİR
Sol emekten yanadır. Sol, emek başta olmak üzere her türlü değerin sömürüsüne de karşıdır. Bu ilke, hem bireyler hem de ülkeler bazında da böyledir. Sol üretendir ve sömürüsüz üretimin de yanında olandır.
12 Eylül faşist darbesi tarafından emek ve emeğin örgütlü gücü olan sendikalar kapatılmış ve emek, 24 Ocak kararlarıyla birlikte uygulamaya konulan neolibarel sistemde ücretli köleliğe dönüştürülmüştür. Emek eksenli sendikaların yerine ‘’sermaye ve siyasi iktidarlar’’ eksenli, sarı sendikalar ikame edilmiş ve bu emek düşmanı anlayışın yasal altyapısı da oluşturulmuştur. Ülkemiz, maalesef halen bu faşist darbenin eseri olan sendikal yasalarla yönetilmekte; işçi, memur ve tüm emekçilerin sendikal örgütlenme mücadelesi başta olmak üzere, her türlü sosyal ve ekonomik hak arayışları baskı ve şiddetle engellenmektedir.
Ankara Dayanışma Derneği olarak biz, emeğin örgütlenmesinin önündeki her türlü baskı ve engelin acilen kaldırılmasını talep ediyoruz. İşçilerin, memurların ve tüm emek güçlerinin sendikal ve siyasi örgütlenme mücadelelerinin yanında olduğumuzu bir kez daha bildiriyoruz.

AYDINLANMACIYIZ
Ülkemizde aydınlanmanın öncüsü Sol’dur. Bu en az yüz elli yıldır böyledir ve böyle olmaya da devam edecektir. Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleştirilen devrimler, her türlü engellemelere rağmen başarılan, içinde bulunulan çağa uygun ve insanın gelişimine yönelik sosyal ve kültürel dönüşümler bunun açık göstergesidir.
Yüz yıllık aydınlanmamızda partimiz CHP’nin özel bir yeri vardır. Öncülük ettiği Atatürk devrimleri ve kurucusu olduğu Laik Cumhuriyetin ışığında, Ülkemizin geleceğini aydınlatmaya devam edecek örgütlü en büyük gücümüz ve güvencemiz Cumhuriyet Halk Partisi’dir.
Platform olarak; Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde gerçekleştirilen Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkacağız ve Laikliğin, Aydınlanmanın savunucusu olmak yolunda çalışmalarımızı tüm aydınlanmacı dostlarla, sol-sosyal demokrat çevrelerle birlikte her koşulda sürdürmeye devam edeceğiz.

İNSAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ VAZGEÇİLMEZDİR
İnsan Hakları, insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır. İnsan hakları denilince ilk akla gelen hiç şüphesiz ‘’yaşam hakkı’’dır. İnsan, hak ve özgürlükleri ile insandır. Bireylerin temel hak ve özgürlükleri kapsamında yaşam hakkı, işkenceyi önleme, özgürlük ve güvenlik hakkı, özel yaşama saygı, düşünceyi açıklama özgürlüğü, hukuk güvenliği, adil yargılanma hakkı, örgütlenme özgürlüğü gibi temel hakların kazanılması amacıyla başlayan insan hakları mücadelesi; günümüzde ekonomik, sosyal ve kültürel haklar, kadın hakları, çocuk hakları, barınma hakkı, sağlıklı beslenme ve yaşanabilir bir çevreye sahip olma hakkı, ekolojik haklar, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi hak ve kavramlarla anlam ve içerik olarak zenginleşmiştir. İnsan hakları, ancak demokratik bir sistem içerisinde hukuk devletinin tesisiyle kendine hayat bulur. İnsan haklarının korunması öncelikle bireyin korunması ile mümkündür. Bireyin korunmasında ise temel sorumluluk devlete aittir.
Bize göre devlet, Demokrasinin tüm kurum ve kurallarının işlediği, herkesin yaşamsal haklarının Anayasal güvencede olduğu, liyakat ve şeffaflığın her yerde sağlandığı, iş ve çalışma güvencesine sahip insanların hiçbir gelecek endişesi yaşamadığı, herkesin görevini tam yaptığı, fırsat eşitliğinin sunulduğu, hak-hukuk ve adaletin tam hakim olduğu, sağlık-eğitim-barınma-beslenmenin artık sorun olmadığı, doğrudan temsil ile demokratik seçimlerin yapıldığı vb. vb. bir organizasyon ve sosyo-ekonomik düzenlemedir.
Ankara Dayanışma Derneği olarak içinde bulunduğumuz dünya ve düzenin farkındayız. Bu değişmelidir. Dünyamız ve Ülkemiz daha adil, eşitlikçi, özgür ve gelecek endişesi en aza indirilmiş bir yeni dünya düzenini hak etmektedir.
Bu yeni dünya düzeninin müjdecisi, kurucusu sol olacaktır. Bunun içindir ki, sol umuttur, sol gelecektir.
Türkiye, maalesef insan hak ve özgürlüklerinde ihlallerin en çok yaşandığı ülkeler arasında anılmaya devam etmektedir. Bu durum, ülkemiz adına çok üzücüdür. Türkiye temel uluslararası sözleşmelere taraf olmasına rağmen, insan haklarının geliştirilmesi konusunda bırakın çaba göstermeyi, aksine insan hakları ihlallerinin kesintisiz ve artarak sürdüğü bir ülke haline gelmiştir. Bir serseri kurşunla, intiharlarla, iş kazalarıyla, katliamlarla ya da trafik canavarıyla yaşamlar son buluyor. Binlerce kişi düşüncelerini ifade ettiği için ya da sadece ve sadece iktidara muhalif olduğu için cezaevlerinde tutulmaktadır. İnsan hakları, çevre, doğa, tarih, kültür ve hayvan hakları savunucuları en küçük taleplerinde ağır şiddet uygulanarak bastırılmaktadırlar. Hayatın her alanında yükselen haklı talepler bastırılmış ve hak arama yolları adeta kapatılmıştır. İşçiler, emekçiler, siyasetçiler, kadınlar, gençler, çocuklar; ekonomik, sosyal ve siyasal haklarını talep edemez durumdadır. Anayasal kurumlar olan veya anayasal güvencesi olan meslek odaları, sendikalar, sivil toplum örgütleri iktidar yardakçılığı yapmadıkları için adeta hain ve düşman ilan edilmekte ve her türlü sosyal, ekonomik ve mesleki hak arayışları şiddetle bastırılmak istenmektedir.
Ankara Dayanışma Derneği olarak her yerde ve her zaman insan hakkı ihlallerinin sonuna kadar karşısında duracak ve hak ihlaline uğrayarak cezaevlerinde yatmakta olanlar da dahil olmak üzere hayatın her alanında özgürlükleri için bedel ödeyenlerin ve uğruna bedel ödenen evrensel hukuk ilkeleri ve insan haklarının yılmaz savunucusu olmaya devam edeceğiz.

SOSYAL DEVLET HALKININ YANINDADIR
Son zamanlarda dünyanın içerisinden geçtiği salgın ve ekonomik kriz dönemleri nedeniyle insanlar en temel ihtiyaçlarını karşılamak konusunda dahi büyük zorluklar yaşamaktadır. Barınma, Isınma, Beslenme başta olmak üzere temel insan hakları arasında sayılan tüm değerler adeta bir meta haline dönüştürülmüş, çalışanların bir aylık ücretleri bir haftalık geçimlerini sağlayamaz hale gelmiştir. Yine milyonlarca insan işsizlik nedeniyle büyük ekonomik zorluklar yaşamaktadır. İnsanlarımız acımasız bir sömürü altındadır. Buna dur dememizin, devletin bir Anonim Şirket gibi yönetilen değil, anayasanın değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez sosyal devlet niteliğini öne çıkartmamızın tam zamanıdır. Bu anlamda Kamucu ekonomik modelin uygulanması ve temel ihtiyaçların Devlet tarafından ücretsiz karşılanması yönünde Platform olarak mücadelemizi sürdüreceğiz.

ENGELSİZ BİR HAYAT MÜMKÜNDÜR
Engellilerin bugün en çok karşılaştığı sorun, kullanmak zorunda oldukları malzemelere erişemiyor olmalarıdır. Yoksulluk, yetersiz beslenme, yetersiz eğitim engelliliğin en büyük nedenleridir. Annenin ve çocukların yeteri kadar beslenememesi de engelliliğin temel nedenleri arasındadır. Öyleyse, yoksullukla mücadele ve bu konuda sağlanacak pozitif ayrımcılık engellerin kaldırılmasında en başta gelmektedir. Devletin bu alanlarda yoğunlaşması, önleyici sağlık sisteminin kurulması ve denetimlerin artırılması engelliliği önlemede büyük bir öneme sahiptir. Engellilerimize, bağımsız birer yurttaş olarak tek başlarına hareket edebilecekleri, kendi kendilerine yeterli olabilecekleri iş, eğitim ve sosyal yaşama her türlü erişim olanağı sağlanmalıdır. Fiziksel ve sosyal hayatımızın düzenlenmesinde engelli insanlarımızın durumu, konumu ve ihtiyaçları mutlaka öncelikli olarak göz önüne alınmalıdır. Engelsiz bir hayat tüm toplumumuzun en değerli kazanımı olacaktır.

EĞİTİM’DE FIRSAT EŞİTLİĞİNİ MUTLAKA SAĞLAYACAĞIZ
Özellikle 12 Eylül 1980 darbesinden sonra hızla yayılan Özel Okullar ile birlikte, parası olanın daha iyi eğitim alabildiği, parası olmayan öğrencilerin ise Devlet okullarına gittiği ikili bir eğitim sistemi oluşturuldu. Devlet okullarındaki eğitim içeriği bilimsel olmaktan uzaklaştırılmış, çocuklarımız ve gençlerimiz ezberciliğe ve sınav yarışına dayalı bir eğitim anlayışına teslim edilmişlerdir. Kurucu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği bilimsel eğitim müfredattan büyük ölçüde çıkarılmış, eğitim programımıza bilimsellikten uzak, çağımızın ihtiyaçlarını yok sayan, milli olmayan bir anlayış hâkim kılınmıştır. Akademik eğitimimiz, neredeyse ilçelere kadar açılan sözde üniversitelerin insafına terk edilmiş, akademik-mali ve bilimsel özerklikten tamamen uzaklaşılmış, rektörlerini ve yöneticilerini dahi kendi seçemeyen, çağın çok gerisinde yapılara dönüştürülmüştür.
Platform olarak, eğitimin bütün aşamalarının devletin güvencesinde parasız, fırsat eşitliğinin sağlandığı bir sistemle yürütülmesini savunmaktayız. Okul öncesinden başlayarak, İlk ve Orta öğretimde bilimsel, parasız, iş ve istihdam planlarını gözeten, üreten, geleceği öngören, çağın ihtiyaçlarını dikkate alan, laik ve demokratik bir eğitim sisteminin acilen uygulamaya konulmasını talep ediyoruz. Yüksek öğrenimde de fırsat eşitliğini ilke edinen, devletin güvencesinde, parasız, bilimsel-mali ve idari özerkliği sağlanmış özgür üniversiteleri savunuyoruz. Toplumsal ihtiyaca yönelik meslek eğitimini ve yaşam boyu öğrenimi geleceğimiz açısından değerli buluyoruz. Bu anlayışı, geleceğe güvenle bakacak 21. Yüzyılın Türkiyesi’nin en önemli dayanağı olarak görmekteyiz.

ADALET HEMEN ŞİMDİ
Demokratik hukuk devleti, hak arama özgürlüğüne sahip olmak; bağımsız, tarafsız, etkin, gecikmeyen ve adaleti sağlama amacı taşıyan ‘’bağımsız ve tarafsız yargı güvencesi’’ne sahip olmak demektir aynı zamanda. Yargı karşısında sıfatı ve görevi ne olursa olsun tüm yurttaşlar eşittir. Türkiye Cumhuriyeti, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkelerine Anayasa ile bağlıdır. Bu ilkeler esasen yargı bağımsızlığı güvencesinde, adaletin tesisi ile sağlanabilir. Bu nedenle adalet ve hukuk ekmek gibi, su gibi bir ihtiyaçtır. Eğer adalet yoksa diğer hiçbir şey de yok demektir. Eşit ve adil yargılanma ve savunma hakkı, her yurttaşımız ve her insan için vazgeçilemez bir haktır.
Ankara Dayanışma Derneği olarak evrensel hukuka bağlılığı ve tam bağımsız, tarafsız yargı güvencesini, bağımsız ve demokratik bir ülke olmanın ön koşulu olarak görmekteyiz. Ülkemizde yaşanmakta olan hukuk dışı ve hatta kanun dışı tüm uygulamalara karşıyız ve bu uğurda verilmekte olan hak-hukuk-adalet ve demokrasi mücadelelerini destekliyoruz. Hukuk ve insanlık dışı gözaltılara, işkence ve kötü muameleye, gerekçesiz uzun tutukluluk sürelerine karşı durmaya devam edeceğiz. Anti demokratik, Anayasa ve hukuk tanımaz tüm uygulamalara karşı mücadelemiz sonuna kadar sürecektir.

SAĞLIK GÜVENCESİ TEMEL İNSAN HAKKIDIR
Sağlık hizmetlerinden ve tedavi için gerekli ilaçlardan ücretsiz, kesintisiz hizmet alma ve ayrımsız yararlanma hakkı, vazgeçilmezdir. Ankara Dayanışma Derneği, son yıllarda giderek artan, sağlıkta üstü örtülmüş her türlü özelleştirmeye karşı mücadele etmeyi bir görev bilir. ‘’Hasta garantili’’ yeni şehir hastanelerinin, bir avuç çıkarcıyı zengin etme amaçlı projeler olduğuna ve halkımızın üzerindeki ekonomik yükü çok arttırdığına inanmaktadır. Şehir Hastaneleri teknoloji, bilimsel gelişme, parasız bakım, rehabilitasyon, yaşlı bakımı gibi gelişmelerin gerisindedir ve sağlık erişimine uzaktır.
Sağlık çalışanlarımızın çalışma şartları son derece ağırdır. Doktorlar başta olmak üzere, her bir sağlık çalışanına düşen hasta sayısı Avrupa ortalamasının üç katı seviyelerindedir. Büyük emeklerle yetişen doktorlarımız ve diğer sağlık çalışanlarımız en yetkili ağızlar tarafından her gün değersizleştirilmektedir. Hak ettiklerinin çok altında, orantısız ücretler ve sosyal haklarla çalışan sağlık emekçileri, yetmezmiş gibi bir de sürekli olarak şiddet ve saldırılara maruz kalmaktadır. Haklarını arayan, can güvenliği tehdit altında olan sağlık emekçileri, üstüne üstlük bir de adeta hain ve hatta düşman ilan edilmektedirler.
Ankara Dayanışma Derneği olarak, tüm sağlık hizmetlerinin, her türlü medikal malzemenin ve ilaçların tamamen parasız sağlanması gerektiğine, bunun temel bir insan hakkı olduğuna inanmaktayız. Sağlık emekçilerimizin can güvenliği başta olmak üzere, her türlü hak ve özgürlük mücadelesinin yanındayız.

CİNSİYET EŞİTLİĞİ VE KADIN MÜCADELESİNİN YANINDAYIZ
Kadın erkek eşitliği Anayasal güvencemiz olduğu kadar, ilkesel duruşumuzdur. Ankara Dayanışma Derneği olarak, kadın emeği üzerindeki sömürüye, uygulanan mobbinge ve cinsiyet eşitsizliği üzerinden yapılan saldırılara karşı sürdürülen her mücadelenin yanındayız.
Hemen her güne yeni kadın cinayeti haberleriyle uyandığımız Ülkemizde, yasal düzenlemelerin eksikliği nedeniyle katillerin gereken cezaları almadığını, aksine cezasızlık politikasının siyasi iktidar ve yargı eliyle yerleştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Uzun yıllardır hüküm sürmekte olan siyasal islamcı AKP iktidarının son dönemlerinde artan kadın cinayetleri tesadüf değildir. Kadına biçtikleri rol, annelik ve ucuz emek gücünden öteye geçmemektedir.
İktidarın İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ise bu konuda yıllardır sürdürülen iki yüzlülüğü ve kadınlara yönelik çağdışı bakış açısını ortaya koyması bakımından önemlidir. Kadın cinayetleri politiktir. Gericilik ile mücadele edilmeden, laikliği savunmadan kadın cinayetleri önlenemez.
‘’Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!!’’ şiarımız ve ilkelerimiz doğrultusunda Ankara Dayanışma Derneği olarak Kadın hareketiyle birlikte yol yürümeye devam edeceğiz.

GENÇLİK GELECEĞİMİZDİR
Ülkelerin ve toplumların geleceği kendi gençliğindedir. Gençlik, bir sınıf olmamakla birlikte, toplumun en dinamik, yeniliğe ve gelişime en açık ve en mücadeleci unsurlarıdır. Bu nedenle gençliğin enerjisi, değiştirici yönü önemli ve değerlidir.
Ülkemiz gençliği, içinde yaşadığı toplumun tüm yokluk ve yoksunluklarından payına düşeni almaktadır. Gençlerimiz yoksulluğun girdabında erimekte, en yaratıcı ve en verimli olabilecekleri zamanlarını iş aramakla veya eğitimini aldığı alanın dışında bir işte, son derecede zor şartlarda geçirmekte, geleceğini yurt dışında aramaya mecbur edilmektedir.
Ankara Dayanışma Derneği olarak; gençlerimizin önündeki sosyal, kültürel ve ekonomik tüm engellerin kaldırılmasını savunuyoruz.
Gençlerimizin eğitim, bilgiye erişim, kültürel, sosyal ve sportif gelişime ulaşmaları önündeki engeller kaldırılmalıdır.
Eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalı; paralı eğitime derhal son verilmelidir.
Örgün ve yaygın eğitim ile bilgi çağına uygun gelişimleri sağlanmalı; ücretsiz bilgisayar ve internet erişimleri devlet güvencesine alınmalıdır.
Gençlerimize sadece eğitim değil, barınma ve ulaşım hizmetleri de bir öğrenim hakkı olarak ücretsiz sunulmalıdır.
Gençlerimize bireysel yeteneklerine, gelişmişliklerine, eğilimlerine ve kendi isteklerine uygun üniversitede okuma olanakları sağlanmalıdır.
Çalışma hayatına atılmış gençlerimize, insanca ortamlarda, insana yaraşır ücretlerle çalışma şartları sağlanmalı ve bu durumun sürdürülebilirliği denetlenmelidir. Bu gençlerimizin fazla mesailerle emeklerinin sömürülmesine ve angaryaya maruz kalmalarına asla izin verilmemelidir.
Çalışma hayatındaki gençlerimizin iş dışı zamanlarını geçirebilecekleri ve kendilerini geliştirebilecekleri sosyal alanlar oluşturulmalı ve kolay erişilebilecek şekilde hizmete sunulmalıdır.

BİLGİ VE İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ GELECEKTİR
Çağımıza ve geleceğimize yön vermekte olan en önemli etkenlerden biri hiç şüphe yoktur ki, bilgi, bilişim ve iletişim teknolojileridir. Teknolojiyi üreten ve elinde tutan ülkeler, küreselleşen dünyaya yön vermekte, dünyanın diğer ülkeleri üzerinde ciddi bir üstünlük kurmaktadır. Bilgi en büyük güçtür; bilgiyi üreten teknolojiyi de üretmektedir. Bu nedenle ‘’Çağımız bilgi, bilişim, teknoloji ve iletişim çağıdır’’ cümlesini artık çok sık duymaktayız. Teknolojiye ödediğimiz yüksek bedeller sayesinde, bu acı gerçekle ülke olarak biz de sıkça yüzleşmekteyiz.
Bilgi gelişiyor, kendini sürekli yeniliyor ve buna paralel olarak elbette teknoloji de değişiyor. Bu değişim o kadar hızlı olmaktadır ki, gerek teknik, gerek uygulama, gerekse hukuki ve idari açıdan ülkelerin buna ayak uydurması neredeyse olanaksız hale geliyor. Örneğin 3G ve 4,5G daha tam olarak yaygınlaşmamışken ve 5G henüz genel kullanıma girmemişken, artık 6G konuşulur hale gelmiştir.
Diğer yandan yapay zeka, yapay sinir ağları, büyük veri, veri madenciliği, bulut gelişim, dağıtık cüzdan teknolojisi, kuantum bilgisayar, 5G / 6G, kurgu ötesi, blok zincir, derin öğrenme, makine öğrenmesi, meta veri, robotik teknoloji ve duygulanan robot gibi daha onlarca alanda bilgi ve iletişim teknolojilerinin geldiği boyut gerçekten de baş döndürücüdür. Nitekim bilim dünyası askersiz ordu, doktorsuz hastane ve ameliyat, öğretmensiz okul ve üniversite, insansız mahkeme, kaptansız ulaştırma vb. alanlarda çalışmalarını yoğunlaştırmakta ve şaşkınlık yaratacak sonuçlara ulaşmaktadırlar. Öyle anlaşılmaktadır ki, bilgi ve iletişim teknolojilerindeki bu gelişmeler insanlık için yeni çığırlar açacak, alışılmışın çok ötesinde sonuçlar ortaya koyacak ve bugün çok anlamlı gözüken birçok meslek dalı yakın zamanlarda tarihe karışacaktır.
Peki, ülke olarak biz bu gelişmelerin neresindeyiz? Türkiye maalesef bu gelişmelerin çok uzağındadır. Gelişmekte olan bir ülke olarak görülen Türkiye, bilgi ve iletişim teknolojileri yarışına katılabilmek için öncelikle bir bilgi ve iletişim teknolojileri politikası oluşturmalı; AR-GE çalışmalarına büyük ama aynı zamanda işlevsel bütçeler ayırmalı, esasen bilimsel gelişmeyi desteklemelidir. Türkiye, eğer geleceğe yatırım yapmak istiyorsa, eğitim anlayışı ve müfredatını acilen gözden geçirmeli, eğitime ve gerekli teknolojiye bütçesinde en büyük paylardan birini ayırmaya başlamalıdır. Bilimi, aklı, felsefeyi odağına alan bir eğitim anlayışını hakim kılmalıdır. Türkiye ne yapıp edip ‘’bilgi üreten’’ insan kaynağını oluşturmalı ve geliştirmelidir. Bunu sağlayan bir ülkenin teknolojiyi de üretmesi kaçınılmazdır.
Türkiye bilgi ve iletişim teknolojileri alanında uluslararası paydaşlarla iş birliğini geliştirmeli, ortaklaşa çalışmalara katılmalı; bilgi ve iletişim teknolojileri konusundaki AB, ABD, Japonya, UNESCO, BM, OECD, Avrupa Konseyi gibi çeşitli ülke ve kuruluşların somut hibe projelerinden yararlanmaya yönelik proje ve çalışmaları da desteklemelidir. Ülkemiz gençliği eğitim hayatlarının en başından itibaren bilimsel çalışmalar için teşvik edilmeli ve önlerindeki engeller kaldırılmalıdır. Ülkemizde bilgi ve iletişim teknolojileri alanında yetenekli binlerce gencimiz bulunmakta, ancak bu gençlerimiz gerek AB hibelerinden nasıl yararlanılacağını bilmediklerinden, gerekse de parasızlık ve olanaksızlıklar nedeniyle uygulamaya koymayı düşündükleri çok önemli projeleri, cihazları veya yazılımları üretememektedir. Bilgiye, hibe projelere ve üretmeye giden yollar, gençlerimize eğitim programları aracılığıyla yaygın olarak anlatılmalıdır.
Ankara Dayanışma Derneği bilgiye ve bilime inanmaktadır. Bilginin, bilimin ve iletişim teknolojilerinin insanlık için bir sömürü aracı olarak kullanılmasına karşı çıkmaktadır. Bilgi ve bilim, insanlığın mutluluğu ve refahı için vardır. Yüksek bedeller ödenerek erişilen teknoloji, eğer insan güvenliğini, mutluluğunu tehdit eder bir hale gelmişse bu anlamsızdır.
Ankara Dayanışma Derneği olarak, daima bilimsel gelişmelerin yanında olacağız; bilimin, iletişimin ve teknolojinin insanlığın yararına kullanılmasının hem ilkesel ve hem de etik bir zorunluluk olduğunu savunmaya devam edeceğiz.

ÇEVRE SORUNLARI YAŞAMI TEHDİT EDİYOR
Çevre geniş bir kavramdır; insanların ve diğer canlıların hayatları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır. Çevre, havayı, suyu, toprağı, yeşil örtüyü, atıkları, gürültüyü, ulaşımı ve yeryüzündeki bütün canlıları ele alan bir disiplindir.
Dünyanın ve Ülkemizin bugün önünde duran en önemli sorunlardan birisi çevreye yönelik yaşamsal tehditlerdir. Çevre sorunları birdenbire ortaya çıkmamış, zaman içinde birikerek varlığını ortaya koymuştur. İnsanoğlu, uzun süre doğaya verdiği zararlardan habersiz yaşamıştır. Bilimsel gelişmelerin üstünlüğü ile hareket eden insan, kendini yeterince güçlü gördüğü zaman, doğayı vahşice kullanmaya ve hatta sömürmeye başlamıştır. Çevre sorunları, bu çerçeve içinde belirlenen insan -doğa ilişkilerinden, daha açık bir anlatımla, insanın çevresini kendi çıkarlarına uygun duruma dönüştürmesinden kaynaklanmaktadır.
Ticari kaygılar, ranta dayalı plansız, yanlış yatırım tercihleri nedeniyle derelere, ormanlara santral kurulmasına izin verilmesi, ormanlık alanların imara açılması gibi birçok başlık geleceğimizi tehdit etmektedir. Son dönemde çok sayıda mücadele örnekleri olan bu alan hepimizin sorumluluğundadır. Kuraklık ve sonucunda ortaya çıkacak tarıma elverişli topraklarımızdaki çölleşme, önümüzdeki yıllarda en büyük sorunlardan biri olarak gündemimizi belirleyecektir. Tarım topraklarını korumak, verimliliğini ve tuzlanmasını önlemek, ülke çıkarlarımız açısından önemli olacaktır.
Ankara Dayanışma Derneği olarak, çevremizi bozan veya yok eden rantçı anlayışlara karşı durmaya devam edeceğiz, bu uğurda mücadele eden çevre dostlarıyla sonuna kadar dayanışma içerisinde olacağız.

ENERJİ GÜÇTÜR
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de özellikle son elli yılda yaşanan hızlı nüfus artışı ve kentleşme, sanayi üretimini artırıcı bir baskı oluşturmuştur. Artan üretim ihtiyacı, kaçınılmaz olarak enerjiye olan talebi de büyütmüştür. Kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtlara dayalı enerji politikası, yüksek riskine rağmen daha ucuz olması nedeniyle nükleer enerjiye yönelim gibi olumsuz sonuçlara da sebep olmuştur.
Son yıllarda küresel olarak nükleer enerjiden ve fosil yakıtlara dayalı enerji politikasından, güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim gözlenmektedir. Ancak maalesef Rusya-Ukrayna savaşı ile ortaya çıkan enerji krizi ve yükselen enerji maliyetleri nedeniyle birçok ülke, nükleer enerjiden vazgeçme politikalarını durdurmaya ve hatta Japonya örneğindeki gibi, tüm risklere rağmen nükleer enerji üretimlerini artırmaya yönelmişlerdir.
Türkiye enerjide büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülkedir. Bugün yaşanmakta olan yüksek enflasyonun en büyük nedenlerinden birisi de tüm dünyada artan enerji fiyatlarıdır. Türkiye’de üretilen elektriğin büyük bir kısmı doğalgaz ve kömür gibi ithal kaynaklarla yapılmaktadır. Kısa vadede çözülmesi mümkün olmayan bu sorun, uzun vadede güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji yatırımlarıyla çözülebilir.
Çevresel etkileri dikkate almayan bir enerji politikası ile kalkınma sürdürülemez. Türkiye’nin doğa harikası Karadeniz dereleri, HES projeleri ile katledilmiştir. Doğaya zarar vermeden, insan ve diğer canlı neslinin geleceğini tehlikeye atmadan, temiz ve sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelmek temel amacımız olmalıdır.

TARIM, GIDA ve HAYVANCILIKTA KAMUCU ANLAYIŞ GEREKLİDİR
Türkiye, üretimiyle tüketimi arasındaki dengeyi sağlamaktan ve en temel gıda ürünlerinde dahi kendi kendine yetecek üretimi gerçekleştirmekten uzaktır. Üretim yerine ithalat yoluyla satın almayı tercih eden bu politikadan vazgeçilmelidir. Üretim yoksa, yoksullaşma da kaçınılmazdır.
Türkiye’nin aynı zamanda bir tarım ülkesi olduğu asla unutulmamalıdır. Tarımda ithalata dayalı politikalar yerine, üreticiyi destekleyen, teşvik eden ve planlayan politikalar geliştirilmeli, bu doğrultuda ivedilikle adımlar atılmalı ve kamuculuğu önceleyen yeni bir tarım politikası gecikilmeksizin uygulamaya konulmalıdır. Tarım sektörümüz eğitilmeli, endüstrileştirilmeli ve verimli hale getirilmelidir. Ata tohumculuğu geliştirilmeli ve yerli üretime yeniden dönülmelidir. Türkiye üreten ve yeniden kendi kendine yeten bir ülke olmalıdır.
Su kaynaklarımıza gereken önemi vermeliyiz. Yer altı ve yer üstü su kaynaklarımız çok iyi korunmalı, tarımsal sulama modern araç ve gereçlerle, bilinçle yapılmalıdır. Yatırımlarda insan, tarım ve hayvancılık öncelikli olmalı; su kaynaklarımız, verimli tarım arazilerimiz ve hayvancılığımız ranta teslim edilmemelidir.
Anadolu’muz flora ve fauna olarak dünyanın en önemli ve en değerli bölgelerinden birisidir. Topraklarımız yüzlerce endemik bitkinin zenginliğine sahiptir. Dört mevsimin aynı anda yaşandığı çok özel iklim şartlarına sahip bir ülkeyiz. Verimli topraklara, nitelikli tarım arazilerine sahip olan ülkemizde eksik olan en önemli şey, kısa ve uzun vadeli planlamaları yapılmış sağlıklı bir tarım politikasıdır.
Otuz yıl öncesine kadar hayvancılıkta dünyanın en iddialı ülkelerinden birisi olan Türkiye, artık kendine yetemez hale gelmiştir. Cumhuriyet tarihimiz boyunca stratejik bir alan olarak ele alınan hayvancılığımız son yıllarda yok sayılmış, Türkiye artık et ithal eden bir ülke durumuna düşürülmüştür. Hemen her alanda olduğu gibi Türkiye hayvancılığı da ranta teslim edilmiş, meralar ve otlaklar adeta yok edilmiştir. Oysa unutulan gerçek şuydu, mera demek sadece ot demek değildi; mera demek et demekti, mera demek süt, yoğurt, peynir demekti. Meraların yok edilmesi, yerel yem üretiminden vazgeçilmesi ve hatta dövize bağlı ithal yem girdilerinin sürekli artması, hayvancılığımızın bitme noktasına gelmesindeki temel nedenlerdir.
Ankara Dayanışma Derneği olarak acil çağrımız şudur; tarımımızın, hayvancılığımızın tekrar ayağa kalkabilmesi, geçmişteki görkemli günlerine dönebilmesi ve yeniden kendi kendine yeter hale gelebilmesi için acil önlemler alınmalıdır. Meralarımız genişletilmeli, su kaynaklarımız korunmalı, yerli yem sanayiimiz desteklenmeli; tarım ve hayvancılığımızı geliştirecek teşvik, destekler artırılmalı ve sürekli hale getirilmelidir. Esasen ‘’ulusal hayvancılık geliştirme programı’’ oluşturulmalı ve hızla uygulanmalıdır.

ORMANLARIMIZ YAŞAM KAYNAĞIMIZDIR
Ormanlar, iklim döngüsünü ve canlılar için hayatın sürekliliğini sağlayan en önemli etkenlerden biridir. Bu nedenle ormanlar dünyamızın da geleceğidir. Ülkeler içinse ormanlar salt bir ekonomik değer olmaktan öte, yaşamsal olarak bir gelecek güvencesidir. Tüm canlılar için bu denli önemli olan ormanların geleceği ise yüksek bir koruma bilincine bağlıdır. Ekolojik dengenin korunması, doğanın kendi varoluş koşulları içerisinde yaşamını sürdürmesi, insan soyunun ve tüm canlıların geleceği için büyük önem taşımaktadır. Orman sadece orman değildir; orman ekosistemdir, yaban hayatıdır, binlerce canlı demektir. Arıdır, baldır. Floradır, faunadır. Meradır, hayvancılıktır; ettir, süttür, peynirdir. Orman gelecektir.
İklim bakımından %70’i ormanlarla kaplı olması gereken bir coğrafyada bulunan Türkiye’mizin bugün maalesef sadece %29’unda orman varlığından yararlanılabilmektedir. Türkiye orman varlıkları bakımından daha elli yıl öncesine kadar ‘’orta zenginlikte’’ bir ülke olarak kabul edilmekteyken, artık ormanlarını hızla kaybeden ‘’orman yoksulu’’ olma tehdidi ile karşı karşıya kalan bir ülke durumuna düşmüştür. Bu yoksullaşmanın en önemli nedenleri ise, son yıllarda orman varlıklarının korunmasındaki yönetim bilincinin kaybedilmesi, koruma için ayrılan kaynakların yetersizliği ile orman alanlarının ranta açılmasıdır. Orman alanlarının ranta açılması bir büyük talanı da kaçınılmaz kılmıştır. Son yıllarda orman kesimi ve kereste satışının artan bir biçimde özelleştirilmeye başlanması ve kamu denetiminin yetersizliği de talanın en büyük nedenleri arasındadır.
Ülkemizin orman varlıkları üzerindeki diğer bir büyük tehdit ise yangınlardır. Son yıllarda adeta hayatın bir parçası haline gelen orman yangınlarının temel nedenleri, maalesef insan kastı veya ihmaline bağlı oluşan yangınlardır. Elektrik iletim hatlarına zamanında bakım ve yenileme yapılmaması da kasıt olarak değerlendirebileceğimiz ihmallerdir. Elektrik iletim ve dağıtımında yapılan özelleştirmeler, alt yapı bakımlarının ve gerekli yeni yatırımların zamanında yapılmasını olumsuz etkilemiştir.
Ormancılık; yaşam döngüsü için taşıdığı önemle kalmaz, ülke ekonomisi için ürettiği katma değer ve yarattığı istihdam alanı açısından da büyük bir öneme sahiptir. Türkiye’de ormancılık 300 bin civarında doğrudan istihdama ve 20 milyar dolarlık bir ekonomik büyüklüğe sahiptir. Orman içinde veya ormana bitişik durumda yaklaşık 23 bin köy bulunmakta ve bu köylerde 7 milyon civarında yurttaşımız yaşamaktadır. Ormana bitişik bu köylerde yaşayan insanlarımız da geçimini doğrudan ormancılık, ormancılığın yan ürünleri veya hayvancılık ile sağlamaktadırlar. Orman köylerinde yaşayan insanlarımız bugün ülkemizin en yoksulları arasında olup, yaşadıkları köyler en temel hizmetleri bile almaktan uzaktır. Çoğu mevsimlik işçidir ve hiçbir iş güvenceleri yoktur; üstelik çoğu herhangi bir sosyal güvenceye sahip olmadan, iş bulabildikleri sürece çalışmaktadırlar. Bunların yanında kenevir üretiminin, ülkemizin bir çok gereksinimini karşılayacak bir rol üstlenebileceğinin bilincindeyiz.
Ankara Dayanışma Derneği, ormanlarımızı ‘’yeşil vatan’’ olarak görmekte ve en büyük ulusal zenginliklerimiz içerisinde saymaktadır. Orman alanlarının genişletilmesini, kenevir vb. gibi karbondioksit emilimi yüksek ve ilaç sanayii için büyük önem taşıyan nitelikli ürünlerle çeşitliliğin artırılmasını; ormanlarımızın insana, ranta ve talana karşı korunmasını talep ediyoruz. Orman köylülerimizin ekonomik kalkınması ve daha insanca bir yaşam sürmeleri için kooperatifleşme çalışmalarını destekliyoruz. 7 milyon orman köylümüzün emek mücadelesinin yanında olduğumuzu bildiriyor ve yaşamakta oldukları yoksulluğun yok edilmesini savunuyoruz.

HAYVANLARIN DA HAKLARI VAR
Ülkemizde hayvan hakları, 2004 yılında çıkarılan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kapsamında düzenlenmektedir. Bu kanun, tüm hayvanların eşit olduğunu ve doğuştan itibaren var olma ve üreme haklarına sahip bulunduğunu güvence altına almaktadır. Bu kapsamda, evde hayvan besleyen kişiler, evde bulunan hayvanı belediyeye bildirmek ve kaydettirmekle yükümlüdür. Hayvan sahipleri hayvanı beslenmesini sağlayamayacağı ya da yaşaması için ihtiyaç duyduğu iklim ortamlarının dışına terk edemez. Bununla birlikte hayvanını sahiplendirebilir ya da hayvan bakımevlerine bırakabilir. Ayrıca, evde beslenilen hayvanın kaybolması ya da hayatının son bulması durumunda da en geç 7 gün içerisinde belediyeye bilgi verilmesi gerekmektedir. Yasa ile pet shop’larda bulunan ve ticareti yapılan hayvanların bekleme süreleri içinde sağlıklı ortamlarda beslenmesi ve yaşamaları güvence altına alınmıştır.
Çevremiz, doğamız, dünyamız tüm canlılara aittir. Canlılar dünyasının büyük bir bölümünü hayvanlar oluşturur. Hayvanların etinden, sütünden, yumurtasından, derisinden yararlanırız. Ancak türü ne olursa olsun, hayvanlara fiziki ya da psikolojik acı çektiren deneyler yapmak hayvan haklarına aykırıdır. Zorunluluk olmadıkça bir hayvanın öldürülmesi yaşama karşı işlenmiş bir suçtur.

Ankara Dayanışma Derneği, tüm canlıların sağlıklı beslenme, barınma ve yaşama hakkına sahip olduğuna inanır. Gelişmiş, çağdaş bir devletin hayvan dostlarımızın da yaşama güvencesi olduğunu savunur.

KAMUCU EKONOMİ HALKIN MUTLULUĞU İÇİN BİR ZORUNLULUKTUR
Gelişmekte olan ekonomiler içerisinde yer alan Türkiye, ekonomide dışa bağımlılıktan kurtulup, birçok alanda kendi kendine yeter bir ülke haline gelmek zorundadır.
Bugün sanayi başta olmak üzere birçok sektör ithalata bağımlı hale gelmiştir. Yurtdışı piyasalarda ürün fiyatları ve kur artışları nedeniyle oluşan yüksek enflasyon, emekçiler için katlanılmaz bir süreç oluşturmuştur. Uygulanan Neo-liberal politikalar ekonomide rekabet gücü zayıf sektörlerde birçok firmanın üretimini ve hatta varlığını sürdüremez hale gelmesine yol açmıştır.
Türkiye’mizin toplam üretimi uzun yıllardır kendi tüketimini karşılamaktan uzaktır. Tüketim ekonomisinden yeniden üretim ekonomisine dönüş için, makro ve mikro düzeyde planlama ve korumacı politikalar artık zorunlu hale gelmiştir. Türkiye uzun yıllar boyunca yabancı sermayeye bağlı, inşaat sektörünü önceleyen büyümeye dayalı bir rant ekonomisi politikası izlemiştir. Dış kredilerle sağlanan sermaye, başlangıçta ulaştırma ve konut yatırımlarıyla ekonomide büyümenin motoru olarak görülmüştür. Buradan kaynaklanan dış borçlar artık ödenemez bir boyuta ulaşmıştır.
Üretmeden tüketen ve bu nedenle ihracat-ithalat dengeleri bozulan, döviz girdisi sürekli azalan, ithalatı ise sürekli artan Türkiye, ne yazık ki derin bir ekonomik açmaz ile karşı karşıya kalmıştır. Son yirmi yıldaki dış borçlanmamız, Cumhuriyetimizin önceki seksen yılında oluşmuş toplam dış borcu ikiye katlamıştır. Artık ne yazık ki, Ülkemizde doğan her çocuk daha doğarken bile ciddi bir borçla doğmaktadır. Elbette, bu durum sürdürülebilir değildir.
Gelinen noktada Türkiye’nin, ithalatı azaltıcı yatırımlarla, ithal ikameci bir politikayı önüne koymak zorunda kalacağı da bir gerçekliktir. Bu nedenle gerek yabancı sermaye akımları ve gerekse dış ticaret alanında, sınırsız serbestlik politikaları bırakılıp, korumacı politikalar hayata geçirilmek durumundadır. Gelir dağılımı bozukluğu ve yoksulluk ile mücadele alanında doğrudan kamusal müdahaleler artık kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Bizler, Ankara Dayanışma Derneği olarak ekonomide kamucu ve korumacı bir anlayışı; vergi adaletini ve eşitlikçi, emekten yana politikaları savunuyoruz. Toplumsal refah esastır; gelir dağılımı adaletsizliği ile açlık ve yoksullukla mücadele önceliğimizdir. Üretime dayanan, istihdamı önceleyen, işsizliği ortadan kaldırmayı hedefleyen bir ekonomi anlayışı acilen uygulamaya konulmalıdır.

KÜLTÜRÜMÜZ VARLIĞIMIZIN DAYANAĞIDIR
Kimliğimiz kültürümüzdür. Anadolu binlerce yıldır çok çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış, farklı uygarlıkların ve kültürlerin harmanlandığı bir coğrafyadır. Daha yeni keşfedilen Şanlıurfa/Göbeklitepe arkeolojik kalıntıları Anadolu’da insan yaşamının 12 bin yıl önceye kadar uzandığını ortaya koymaktadır. Anadolu, antik çağlardan bu yana dünya ticaret ve kültür yollarının kesiştiği bir nokta olmuştur. Bu durum, üzerinde yaşadığımız toprakların kültürel, tarihi, siyasi, ekonomik ve askeri olarak taşıdığı önemi de ortaya koymaktadır. Türkiye’nin taşıdığı bu jeopolitik önem, ülke olarak bir yandan elimizdeki fırsatları güçlendirirken, diğer yandan bize yönelen tehditleri de artırmaktadır.
Türkiye’nin asıl zenginliği üzerinde bulunduğu bu tarihi, kültürel, arkeolojik varlığıdır. Bizler binlerce yılda oluşan bu tarihsel ve kültürel mirasın sahipleriyiz. Ahi Evran’ın, Mevlana’nın, Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Yunus Emre’nin, Hacı Bayram-ı Veli’nin, Şeyh Bedrettin’in, Pir Sultan’ın… Bilginlerin, bilim insanlarının, ozanların, yazarların, şairlerin, edebiyatçıların, tarihçilerin, mimarların, arkeologların, ressamların, sanatçıların, engin kültürü ile yoğrulmuş, binlerce yıllık uygarlıkların şekillendirdiği bu eşsiz coğrafyanın bugün ve gelecekteki mirasçılarıyız. Bizler, zengin kültürel geçmişimizin geleceğimize de ışık tuttuğunun bilincindeyiz.
Ankara Dayanışma Derneği, kültürel gelişimi ve yaratıcılığı destekler; değişim ve gelişimin toplumumuzun bir birikimi olarak korunmasını benimser. Toplumsal kültürümüzün bir parçası olan gelenek ve göreneklerimizi, tarihi – arkeolojik ve kültürel mirasımızı Anadolu’muzun ve tüm toplumumuzun, gelecek kuşaklarımızın en önemli değerleri olarak görmekteyiz. Dünya kültür mirası kabul edilmiş ve aday listesinde olan yüzlerce eserimizin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması hepimizin sorumluluğundadır.
Doğal ormanlarımız, endemik bitkilerimiz, zengin arkeolojik mirasımız, heykellerimiz, mimarimiz, anıt yapılarımız, müziklerimiz, bize özgü sanatlarımız ve bin yıldır süren aşıkla geleneğimiz, sözlü ve yazılı edebiyatımız, masallarımız, geleneklerimiz, estetik anlayışımız, sürdürülebilir değerlerimizdir. İnsanlık tarihinin gelişiminde önemli bir rolü olan kentlerimiz ve devraldığımız miras dünya ölçeğinde yeniden üretilmeye, daha yaratıcı bir anlayışla gözden geçirilmeye gereksinim duymaktadır.
Ankara Dayanışma Derneği, kültürel gelişimin yollarını açar, yaşayan her gencimizin yalnızca tarihinin tanığı olmasıyla yetinmez, kültür üretiminde katkısını destekler ve insanın yücelmesi konusunda tüm engellerin kaldırılmasını savunur, bu uğurda sürdürülen mücadeleyi vazgeçilmez olarak görür.

“Türkiye Değişecek Dünya Değişecek”

‘’Sol umuttur, Sol gelecektir.’’